13 Ekim

Hekimin Hukuki Sorumluluğu- Malpraktis

HEKİM İLE HASTA ARASINDAKİ İLİŞKİNİN HUKUKSAL NİTELİĞİ

Hasta doğrudan hekime başvurduğunda ve hekim tarafından tedavi sözü verildiğinde veya tedaviye başlandığında  aralarında bir “sözleşme” ilişkisi kurulmuş olur. Bu tedavi sözleşmesinin hukuki niteliğini açıklamak gereklidir.

Her sözleşmede olduğu gibi, hasta ile hekim arasında da bir tür alacak-borç ilişkisi doğar. İlişkinin özelliği dikkate alındığında hekimin borcu bir tür “işgörme” borcu olup, tıp biliminin elverdiği ölçüde hastasını iyileştirme ya da hastalığı denetim altına alma işini üstlenir. Hasta da anlaşmaya ya da tarifeye göre bir ücret ödeme borcu altına girer.

Tedavi sözleşmesinin konusu, başka sözleşmelerden farklı olarak sözleşenlerin dışında bir iş olmayıp doğrudan taraflardan birinin (hastanın) bedensel bütünlüğüdür. İş görme borcunu üstlenen hekimin iş yapacağı yer “hastanın bedeni”dir. Tedavi sırasında yapılan bir yanlışlık ya da dikkatsizlik mal zararına değil “can” zararına neden olacaktır. Bu yüzden hekim yüksek özen göstermek zorundadır.

 Hekimin yüksek özen borcu ve çalışma alanının insan bedeni olması nedeniyle, bağımsız çalışan bir hekim ile hasta arasındaki sözleşme ilişkisinin türü hakkında öğretide farklı görüşler mevcuttur. 

1-  Tedavi sözleşmesinin “kendine özgü-sui generis” bir sözleşme olduğu görüşü

 Tedavi (hekimlik) sözleşmesinin özel bir sözleşme türü olduğunu savunanlara göre, hasta-hekim ilişkisinde, her iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde olduğu gibi karşılıklı bir edim değiş tokuşu olmayıp, sözleşmenin içeriğinde  yardım, güven, anlayış, yüksek özen ve gibi unsurlar bulunmaktadır. Taraflar eşit olanaklarla donatılmamışlardır. Uzmanlık, güç ve üstünlük hekimde; zayıflık, bilgisizlik, çaresizlik, korku, hastada toplanmıştır. Bu ilişkide hasta, iyileşme umut ve beklentisi içinde hekime varını yoğunu vermeye hazırdır. Buna karşılık hekim, etik kurallarına uymazsa, hastadan yüksek bir ücret alabilecek konumdadır

2-  Hizmet sözleşmesi görüşü

            Tedavi sözleşmesinin “hizmet sözleşmesi” olduğu görüşü Alman Hukukunda benimsenmiştir. Alman Özel Hukukunda hasta-hekim ilişkisi hizmet sözleşmesi hükümleriyle çözümlenmektedir. Bunun nedeni, Alman Hukukunda vekillik sözleşmesinin kesinlikle karşılıksız olmasıdır. Oysa hekim, bir ücret karşılığında hastaya bakmaktadır. 

3-  Vekâlet sözleşmesi görüşü

İsviçre Hukukunda egemen görüş, hekim ile hasta arasındaki ilişkinin kural olarak vekâlet sözleşmesi hükümlerine bağlı olduğudur. Yalnızca “aile hekimliği” sözleşmesine hizmet sözleşmesi hükümlerinin uygulanacağı kabul edilmektedir.

            Hukukumuzda da öğretinin büyük çoğunluğu, hekim ile hasta arasındaki ilişkiyi vekâlet sözleşmesi hükümleriyle açıklamaktadır. Yargıtay, geçmiş yıllardaki kararlarında hekimin sorumluluğunu  “haksız fiil” hükümleri çerçevesinde çözümlemeye çalışmış ise de, daha sonra bundan dönülerek, hasta-hekim ilişkisi  vekâlet sözleşmesi hükümlerine bağlanmıştır. Yargıtay kimi kararlarında hekimin sorumluluğunun, vekillik sözleşmesinin yanı sıra,  hizmet sözleşmesi hükümlerine de dayandırıldığı görülmektedir.

            Hasta-hekim ilişkisinin, vekâlet sözleşmesi hükümleriyle çözümleneceğini benimseyen görüşlerin dayanağı, Türk Borçlar Kanununun 502maddesi ve devamıdır. Buna göre “yasada özel bir sözleşme türüne girmeyen işlerde vekâlet hükümleri uygulanır.”  Hekimlik sözleşmesi de Türk Borçlar Kanununda ayrı bir sözleşme türü olarak yer almadığından “vekâlet sözleşmesi” hükümlerinin uygulanması zorunlu bulunmaktadır.

            Yargıtay’ın hekimlik sözleşmesini “vekâlet sözleşmesi” olarak niteleyen kararları, yıllardan beri düzenli ve  tutarlı bir biçimde sürdürülmekte ve artık yerleşik kararlar durumunu almış bulunmaktadır.

            Vekil, iş görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden değil de, bu sonuca ulaşmak için yaptığı uğraşların özenle görülmemesinden sorumlu olup, bu sorumluluk işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Buna göre, vekil, işçi gibi özenle davranmakla yükümlü olup, hafif kusurunda dahi sorumludur. Doktor da, hastanın zarar görmemesi için yalnız mesleki değil, genel hayat deneylerine göre herkese yüklenebilecek olan dikkat ve özeni göstermek zorundadır.(13.HD.06.03.2003,  2002/13959-2003/2380)  (İBD.2006/2-840)

            Hastane ve çalıştırdığı elemanın tedavi sırasındaki kusurları sebebiyle oluşan zararın giderilmesi vekâlet sözleşmesine dayandırılır. Vekilin sorumluluğu işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlı olup, işçi gibi özenle davranmak yükümlülüğü bulunan vekil en hafif kusurundan bile sorumludur.

(13.HD.06.07.2006, 5518-11185)  (İBD. 2007/2-840)

 Doktor vekâlet kuralları çerçevesinde verdiği hizmeti yaparken bir işçi gibi özen göstermek zorundadır. Bu nedenle en hafif kusurunda dahi sorumludur.

(13.HD.28.11.2005, 11159-17474) (İBD. 2006/2-850)

Hasta ile doktorun meslek ilişkisi vekillik sözleşmesine dayanır.

Vekil iş görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden değil, bu sonuca ulaşmak için yaptığı uğraşların özenle görülmemesinden sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup hafif kusurundan bile sorumludur. O nedenle, doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları (hafif de olsa) sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir.

(13.HD. 04.03.1994, 8557-2138)  (YKD.1994/9-1288)

 Doktor ile hasta arasındaki ilişki, vekâlet sözleşmesine dayanır.

Doktorun serbest çalışıyor olması veya bir kurum veya kuruluşa bağlı bulunması, bu esası değiştirmez. Bunun gibi, Sosyal Sigortalar Kurumu doktorunun yanlış ameliyatı sonunda uğranılan zararın tazmini de, Kurum ile Sigortalı arasında Kurum hastanesine başvurmasıyla vekâlet ilişkisi kurulduğu için, beş yıllık zamanaşımı süresine bağlıdır.

(9.HD.18.11.1991, 8375-14336) (İş Hukuku Dergisi, 1992, sf.120)

 4-  Eser sözleşmesi sayılabilecek tıbbi işlemler 

Hekim ile hasta arasındaki ilişkiye eser (istisna) sözleşmesi hükümlerinin uygulanması, yalnızca bazı ayrık durumlarda kabul edilmektedir. Diş hekiminin  olağan tedavi dışında porselen kaplaması, protez, köprü ve kron yapımını üstlenmesi eser sözleşmesi olarak nitelenmektedir. Bu bağlamda, kişinin güzelleşmek için yüzünde değişiklik yaptırması, burnunu düzelttirmesi, yüzünü gerdirmesi, fazla yağlarını aldırması, göğsüne, dudaklarına silikon taktırması, cinsel organında değişiklik yaptırması gibi estetik operasyonlar eser sözleşmesi olarak nitelenmek gerekir.

 Yargıtay  kararlarında da aynı görüşler benimsenmiştir. 15.HD. 03.11.1999 gün 4007-3868 sayılı kararında estetik amaçlı ameliyat yapan hekimlerin ve takma diş (protez) yapan diş hekimlerinin durumu şöyle açıklanmıştır:

 

Bir diş doktorunun, kanal tedavisi değil de, takma diş yapması (protez) işi ve bir cerrahın tedavi değil de güzellik amacıyla insan vücudu üzerindeki tıbbi müdahalesi işi, eBK. 355 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş bulunan istisna (eser) sözleşmesinin konusunu oluşturur.

Kural olarak “bir hasta ile onu tedavi eden doktor veya bir davayı üstlenen avukat ile müvekkili arasındaki ilişki vekâlet sözleşmesinin konusunu oluşturur. Doktor, hastasına tıbbi yardımda ve avukat da hukuki yardımda bulunmayı taahhüt ederler; ancak, hastayı iyileştirme ve davayı kazanma gibi bir sonucun taahhüdü, vekâlet sözleşmelerinde söz konusu olamaz. Hasta ölse veya dava kaybedilse dahi,  tıbbi yardımda bulunan doktor ile hukuki yardımda bulunan avukat, yaptıkları yardımın karşılığı olan ücrete hak kazanırlar ve kusurları dışında sorumlu olmazlar.

Eser (istisna) sözleşmelerinde ise, sadece bir hizmette bulunmak değil, aynı zamanda “eser” denilen olumlu-olumsuz  bir sonucun taahhüdü söz konusudur. Sonuç gerçekleşmezse, meydana gelen zarardan yüklenici sorumlu olur.

 5-  Hekimin vekâletsiz işgörme durumunda kalması

 Hekimlik sorumluluğu gerektiren, kamusal nitelikli bir meslektir. Hekim, her yerde, her zaman her durumda tıbbi yardımda bulunmak zorundadır. Görev ve çalışma yeri dışında sıradan bir insan gibi bulunduğu yerde, yolda, yolculukta, çarşıda pazarda, alış veriş merkezlerinde, eğlence yerlerinde kalp krizi geçiren, ağır yaralanan bir kimseye hemen tıbbi yardımda bulunmak zorundadır. Eğer ilgisiz kalırsa, kimliğini gizlerse, yardımdan kaçınırsa meslek ahlâkına aykırı hareket etmiş, bir tür haksız fiil işlemiş olur. Hekimin bu biçimde, arada sözleşme ilişkisi kurulmaksızın, hastaya tıbbi yardımda bulunmasına “vekâletsiz işgörme” denilmektedir.

            Vekâletsiz  işgörmede, hastanın istek ve iradesi dışında, hekim yönünden sözleşme dışı “zorunluluk durumu”  söz konusudur. Hastaya zorunlu olarak yardım eden (vekâletsiz işgören) hekim, hastanın kendine gelmesinden sonra, hasta  veya yakınları onun tedaviyi sürdürmesini isterlerse, vekâletsiz işgörme durumu, hekimlik  (tedavi) sözleşmesine dönüşmüş olur.

 

6-  Hekimin haksız eylemi

            Hekimin haksız eyleminden söz edilebilmesi için arada sözleşme ilişkisinin olmaması ve Borçlar Kanunun haksız ve hukuka aykırı eylemde bulunması ile ilgili hükümleri veya sözleşme ilişkisi olmakla birlikte Ceza Yasası hükümlerine göre suç işlemiş olması gerekir. Örneğin, hekimin insanlar üzerinde deney yapması (TCK.m.90), organ ve doku ticareti yapması (TCK.m.91), hiç gerekmediği halde sırf para kazanmak için hastayı ameliyat etmesi, yasalara aykırı olarak çocuk düşürtmesi (kürtaj yapması) (TCK.m.99) veya kısırlaştırması TCK.m.101), çok yüksek tedavi ücretleri alması, gereklilik yokken cinsiyet üzerinde değişiklik yapması,  ölümcül hastayı  öldürmesi (ötanazi),  kasten öldürme (TCK m.81) veya kasten yaralama (TCKm.86) suçlarını işlemesi, taksirle ölüme  veya yaralanmaya neden olması  (TCK.m.86-89), hekimlik mesleğinin zorunlu kıldığı yükümlülüğü ve görevi bilinçli olarak yapmayarak veya savsaklayarak, örneğin ivedi yardım gerektiren durumlarda (acil vakalarda) hastaya bakmayarak ve tıbbi yardımda bulunmayarak ölüme neden olması (TCK m.83), yaşı, hastalığı veya yaralanması nedeniyle yardım edilmesi gereken kişilere hal ve koşulların elverdiği ölçüde yardım etmemesi, örneğin hekim olarak hemen o anda tıbbi yardımda bulunmaması (TCK m.98), ameliyat ve tedavi öncesinde hastayı yeterince aydınlatmamış ve onamını (rızasını) almamış olması (TCK m.26/2), hastanın bilgisi ve onayı dışında ve zorunluluk yokken sırlarını açıklamış olması (TCK m.  258), görevi kötüye kılanmış olması (TCK m.257), belgelerde sahtecilik yapmış olması (TCK m. 204, 205, 210/2) hekimin suç oluşturan  haksız eylemleridir.

 HUKUKA UYGUN SÖZLEŞMENİN KOŞULLARI

Hastanın Rızası

Hasta rızası, hekim ile hasta arasındaki tedavi ilişkisinden kaynaklanan bir hukuki işlemdir. Hekim mesleki bilgi ve tecrübesiyle hastasını iyileştirmek için çaba sarf eder, bunula birlikte hastanın da hekimine güvenmekten başka çaresi yoktur. Ancak hasta, vücudu üzerinde gerçekleştirilecek her türlü tıbbi müdahaleye rıza gösterip göstermeme hakkına sahiptir. Hastanın bu hakkı, ilk kez Hakim Cardozo tarafından verilen bir kararda “İrade sahibi her ergin insan kendi bedeni üzerinde yapılacak olan müdahale için karar verme hakkına sahiptir.” hükmüyle dile getirilmiştir. Hastanın yapılacak müdahaleye ilişkin rıza göstermesi noktasında hekimin aydınlatma yükümünü gereğince yerine getirmiş olması hem hekim açısından hem de hasta açısından büyük önem taşımaktadır.

Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 5. maddesinin (d) bendine göre, acil durumlar dışında kişinin rızası alınmadan vücut bütünlüğüne ve diğer kişilik haklarına dokunulamaz. Ayrıca, (e) bendine göre, hiç kimse rızası alınmadan ve Sağlık Bakanlığı’nın izni olmaksızın tıbbî araştırmalara tâbi tutulamaz. Bu hükümlere uymadan yapılan tedaviler sadece tazminat hukuku anlamında değil ceza hukuku anlamında da sorumluluğa neden olur. TCK’nın da 90. maddesi “insan üzerinde deney” başlığı altında bunun için hapis cezası öngörmüştür. Kişi rıza göstermiş olsa bile tıbbi deneyler hukuka aykırıdır. Çünkü bu, kişilik haklarına saldırı teşkil eder ve hiç kimse kişilik haklarından rızasıyla dahi olsa vazgeçemez

Hasta Hakları Yönetmeliğin 22. maddesi ve beşinci bölümü hastanın rızasıyla ilgilidir.
“Kanunda gösterilen istisnalar hariç olmak üzere, kimse, rızası olmaksızın ve verdiği rızaya uygun olmayan bir şekilde tıbbi ameliyeye tabi tutulamaz.
Bir suç işlediği veya buna iştirak ettiği şüphesi altında bulunan kişinin işlediği suçun muhtemel delillerinin, kendisinin veya mağdurun vücudunda olduğu düşünülen hallerde; bu delillerin ortaya çıkarılması için sanığın veya mağdurun tıbbi ameliyeye tabi tutulması, hakim kararına bağlıdır. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde bu ameliye, cumhuriyet savcısının talebi üzerine yapılabilir.” Ayrıca, aynı yönetmeliğin 24. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde, “Tıbbi müdahalelerde hastanın rızası gerekir.”
hükmü yer almaktadır.

 

Türk hukukuna göre hekim ya da herhangi bir kimse, kişinin yazılı ve kesin talebi olsa dahi ötenazi gerçekleştirirse, TCK’nın 81. maddesi uyarınca kasten öldürme fiiliyle yargılanır.

Örneğin:  “Trafik kazası sonucu 5 yaşındaki çocuğun ayağında kangren gelişir. Ayak kesilmek zorundadır. Aksi halde, bu durum ilerleyip çocuğun ölümüne sebep olacaktır. Ancak, çocuğun anne ve babası ayağın kesilmesine izin vermezler ve çocuğu çıkarmak isterler. Bunun üzerine Tabip Odasını arayan hekimlere adli makamlara başvurmaları önerilir. Cumhuriyet Savcılığından durumun ciddiyetine binaen izin istenir. Savcı ise, anne ve babanın izin vermemesi sebebiyle bir şey yapılamayacağını bildirir. Neticede hasta taburcu edilir, iki gün sonra da öldüğü haberi alınır.”

Bu olayda Cumhuriyet Savcısı, yetkisini kullanması gerekirken kullanmamış ve gerekli izni vermemiştir. Bu durumda ölümden elbette ki hekim sorumlu tutulamaz. Ancak mevcut durum, hekime ayrı bir sorumluluk yüklemektedir. Çocuğun ölüm haberini alan hekimler, anne ve baba hakkında ihmal nedeni ile ölüme sebebiyetten adli makamlara suç duyurusunda bulunmakla yükümlüdürler.

HHY md. 24/4’e göre, acil durumlardan kasıt, “hayatı veya hayatî organlardan birisini tehdit eden acil hâller”dir. Aynı maddenin devamına göre, söz konusu acil durumlar dışında hasta rızasını her zaman geri alabilir. Rızanın geri alınması, hastanın tedaviyi reddetmesi anlamına gelir. Rızanın müdahale başladıktan sonra geri alınması, ancak tıbbî yönden sakınca bulunmaması şartına bağlıdır.

Hastanın rızasını geri alması durumunda, doğabilecek zararlardan dolayı sorumluluk hastaya geçer. Bu durumda hekim, hastaya tedavinin uygulanmaması nedeniyle meydana gelebilecek olumsuz sonuçları anlatmalıdır ve hastadan rızasını geri aldığına dair yazılı belge almalıdır. Bu belge sayesinde hekim, doğan zarardan kendisinin sorumlu tutulamayacağını her zaman ispat edebilecektir.

Hastanın rızasını alarak başlanılan ameliyat esnasında, başka bir hastalık tespit edilirse ve hekim buna da müdahale ederse, “ameliyatın genişletilmesi” söz konusu olur. Ancak bu müdahalenin hastanın sağlığı için zorunlu olması gerekir. Çünkü hastanın ameliyat sırasında uyandırılarak yeni tespit edilen hastalık için tıbbî müdahaleye rıza gösterip göstermediğini sormak mümkün değildir. Bu durumda hukuken, hastanın “farazi (varsayımsal) rızası”nın olduğu kabul edilir.

            Rıza gösterdiği hekimden başka bir hekimin yaptığı müdahale, hastanın kişilik haklarına tecavüzdür. Bu bir “müdahale tecavüzü”dür ve bir zarara sebep olmasa bile mânevi tazminatı gerektirir. Zarar doğarsa, bu ayrıca dikkate alınır.

RIZANIN KOŞULLARI:

1-Rızanın  yazılı olması

Hasta Hakları Yönetmeliğinin 28. maddesinin birinci fıkrası, rızanın şeklini hükme bağlamıştır. “Mevzuatın öngördüğü istisnalar dışında, rıza herhangi bir şekle bağlı değildir.”
              Dolayısıyla rıza, açık ya da örtülü; yazılı ya da sözlü olabilir. Ancak bazı durumlarda hastanın göstereceği rızanın yazılı olması beklenmiştir. Zira 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatının İcrasına Dair Kanunun 70. maddesinde, “Büyük ameliyei cerrahiyeler için bu muvafakatin tahriri olması lazımdır.” hükmü yer almakta ve söz konusu yönetmelikteki maddeye istisna teşkil etmektedir.

 

2-Rızaya ehliyet

Rıza,  bir hukuki işlemdir. 1219 sayılı kanunu 70. maddesi uyarınca hekimler, yapacakları her türlü tedavi için hastanın rızasını almak zorundadırlar. Sadece rıza göstermeye ehliyetli kişiler, bu işlemi yapabilirler. Hastanın rızaya ehliyetli olabilmesi için, hastanın karşılaşacağı tedavi ve müdahaleleri, tıbbi fiilleri anlayabilecek ve değerlendirebilecek düzeyde olmalıdırlar. Tam ehliyetli kişiler, fiil ehliyetine sahiptir ve rıza gösterebilirler.  Hasta küçük ya da kısıtlı ise, veli- vasinin rızası gerekir. Büyük ameliyatlarda ise bu rıza yazılı olmak zorundadır. 

 

3- Rızanın Konusu

Rızanın konusu, hekimin koyduğu teşhis sonucunda hastaya uygulamayı uygun bulduğu ve hastayı bu konuda bilgilendirdiği tedavinin şeklidir. Ancak Hasta Hakları Yönetmeliğinin 28. Maddesinin ikinci fıkrasında bu konuya bir şart koşulmuştur:
Hukuka ve ahlaka aykırı olarak alınan rıza hükümsüzdür ve bu şekilde alınan rızaya dayanılarak müdahalede bulunulamaz.” Hükümden de anlaşılacağı üzere, hastanın göstereceği rıza, hukuka, ahlaka ve adaba uygun olmalıdır.

 

   4- Rızanın Özel İzine Bağlandığı Haller

Hasta Hakları yönetmeliği, şu dört durumu özel hükümlere bağlamıştır:
a- Organ ve Doku Alınması

b- Aile Planlaması Hizmeti ve Gebeliğin Sona Erdirilmesi

c- Tıbbi Araştırmalar

d- İlaç ve Terkiplerin Araştırma Amacıyla Kullanılması

 

3- Hastanın aydınlatılması

Rızanın hukuken geçerli olabilmesi için, hekimin hastayı aydınlatması gerekir.

Bu aydınlatma yapılacak tıbbi müdahalenin tehlikesi ve sonuçlarını içermelidir. ( 1219 sayılı kanunun 70. maddesi gereği) bunula ilgili Yargıtay kararları da mevcuttur.

Aydınlatma yükümlülüğü hekimin hastaya müdahalesinin hukuka aykırılığını ortadan kaldıran, hastanın müdahaleye rızasının bir koşulu niteliğindedir. Zira, hasta o derece aydınlatılmalıdır ki, aydınlatılma sonrasında, tıbbi tedavinin planlanması ve uygulanması bakımından serbestçe ve durumun gerektirdiği bir karar verebilecek duruma gelebilmelidir.

Ülkemizde, hekim başına düşen hasta sayısının çok yüksek olması, bölgeler bazında bu oranların çok yüksek düzeylere ulaşması, buna paralel olarak hekimlerin hasta başına ayırdıkları sürenin oldukça kısa, hatta 3-5 dakika ile sınırlı kalması, eğitim ve kültürel düzeyi düşük hastalara ayrılması, gereken sürenin çok uzun olmasının gerekliliği, Türk insanının sorunlara aşırı kaderci yaklaşması, eğitim düzeyinin düşüklüğünün bir sonucu olarak,  hastanın (diyet, ekzersiz vs. gibi) bazı temel kavram ve kurumlar konusunda eğitilmesinin gerekliliği, özellikle güvene dayalı hekim-hasta ilişkisinin oluşmamış olması nedeniyle hekimlerin hastalarını yeterli düzeyde tanıyamamaları, Türkiye koşullarında tedavi ne kadar başarılı olsa da, hastalara ihtimam gösterilerek yapılan bakımın yetersiz olması nedeniyle hastaların tercihlerini sıklıkla değiştirmeleri gibi etkenler aydınlatma yükümünün ülkemiz

ölçeğinde öneminin ve gerekliliğinin anlaşılmasını güçleştirmiştir.

 

a- Müdahale Aydınlatması

            Hekim hastasını, teşhis, muhtemel tedaviler, tedavinin riskleri, gerçekleşmesi muhtemel sonuçlar hakkında ayrıntılı olarak bilgilendirmelidir. Hasta aydınlatma neticesinde, hastalığının ne olduğunu ve buna karşı nelerin yapılabileceğini tam anlamıyla bilmelidir.

 

b- Teşhis Aydınlatması

            Sağlık şikâyeti nedeniyle hekime başvuran kimsenin, hastalığı ile ilgili teşhisi bilmeye hakkı olmalıdır. Teşhis hakkında daha açık bir ifade ile hastanın sağlığı ile ilgili bulgular ve bu bulguların anlamı hakkında özel bir haklılık sebebi olmaksızın (özellikle ağır hastalıklarda terapik ayrıcalık gibi) susmak ya da teşhisi gizlemek, aydınlatma eksikliği bağlamında hekimin özen yükümünün ihlali anlamına gelir.

 

c- Süreç Aydınlatması

Amaçlanan müdahalenin etkileri ve süreci hakkında hastanın aydınlatılmasını ifade eder. Hekim hastasını, teşhis neticesinde elde etmiş olduğu bulgular çerçevesinde belirlenen fiziksel ya da ruhsal bozuklukların tedavisi, bu tedavi sürecinde gerçekleştirilmesi muhtemel müdahalelerin gerekliliği, türü, gerçekleştiriliş tarzı ve kapsamı ile böyle bir tıbbi müdahalenin gerçekleştirilmemesi durumunda doğabilecek sonuçlar hakkında aydınlatmalıdır.

 

 

HEKİMİN AYDINLATMA YÜKÜMLÜLÜĞÜNÜN İSTİSNALARI

 

1- Hastanın İstememesi

            Hastanın Hekimden tedavi ile ilgili aydınlatma istememesi halinde, hekimin aydınlatma yükümlülüğü ortadan kalkar. Fakat bu vazgeçmenin haklı ve inandırıcı nedenleri olmalıdır.

2- Tehlike Olasılığının Ender Olarak Ortaya Çıkması

            Tehlikenin ender olarak gerçekleşmesi ve somut olaydaki hastalık açısından tehlikenin ortaya çıkması ihtimalinin çok az olması durumdur.

3- Hastanın Bilgisinin Bulunması

Hastanın tıbbi el atmanın risklerini bilebilecek uzmanlığa sahip olması ya da daha önceden bir hekim tarafından detaylı bir şekilde bu konuda aydınlatılmış olması halidir. 

4- Zorunluluğun Ortadan Kalkması

Hastanın tıbbi tedaviye getirildiği veya tıbbi tedavi sırasında kendisine yapılacak açıklamaları anlayamayacak ve değerlendiremeyecek durumda ise, hekimin aydınlatma yükümlülüğünün ortadan kalktığı söylenebilir. 

Hasta Hakları Yönetmeliğinin 24. Maddesinin 3. fıkrası, “Kanuni temsilciden veya mahkemeden izin alınması zaman gerektirecek ve hastaya derhal müdahale edilmediği takdirde hayatı veya hayati organlarından birisi tehdit altına girecek ise, izin şartı aranmaz.” Bu madde de sözü geçen rızanın varlığı için aranması gereken ilk şart, müdahale öncesi hastanın rızasının alınamayacak olmasıdır. Tıbbi müdahalede zorunluluk halinde, hastanın sağlığı korunması gereken üstün menfaat olduğu için hastanın kendisinde olmaması gibi nedenlerle rıza alamasa dahi müdahale gerçekleşir. Acil durumlarda hekim, hastanın rızası olmadan tıbbi müdahalede bulanabildiği gibi, hastayı aydınlatma yükümlülüğü de daralmaktadır. Bu durumda hekimin aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle hastanın zarara uğradığı dürüstlük kuralına aykırı olarak ileri sürülemeyecektir

Bu gibi hallerde hastanın rızasını alınmasının mümkün olmadığı durumlarda, tıbbi müdahale onun rızası olmaksızın fakat onun sağlığı ve iyileşmesi hedef alınarak yapılır. Vekaletsiz iş görme hükümleri geçerli olur. ( Örneğin bir trafik kazası olayı sonucunda ağır yaralanmış ve bilincini kaybetmiş  hastanın rızası alınmadan müdahale edilmesi gibi)

 

5- Rızanın Zamanı

Hasta hekim tarafından aydınlatıldıktan sonra rızası alınmalıdır. Müdahaleden sonra verilen rıza da icazet olarak kabul edilmelidir. 

Tıbbi müdahale başladıktan sonra rıza geri alınabilir ama bu halde Hasta Hakları Yönetmeliğinin 24. maddesi gereğince, müdahale başladıktan sonra rızanın geri alınması neticesinde tıbbi müdahalenin durması ancak tıbbi yönden sakınca bulunmayan hallerde geçerli olur.

Aydınlatma ile yükümlü olan kişi, müdahaleyi yapacak hekim, aydınlatılacak kişi kural olarak hastanın kendisidir. Küçükler için veli kural olarak aydınlatılmalı, küçük ayırtım gücüne sahipse, küçük de aydınlatılmalıdır. 

Akıl zayıflığı dışında vesayet altında alınan kişilerin rızaları yeterli olacağından aydınlatma onlara yapılmalıdır. 

 

6- Aydınlatma Yükümlüsü, Şekli, Aydınlatmanın İspatı

Aydınlatma yükümlüsü olan kişi hekimdir. Hekim kural olarak bu görevini başkasına devredemez. Bununla birlikte, hekimin somut durumdan haberdar olan hekim meslektaşı tarafından da bu görev yerine getirilebilir. Ancak hasta ile hekim arasında özel ve gizli bir anlaşma mevcut ise, aydınlatma görevi hiç bir şekilde başkasına devredilemez.

Hastanın aydınlatılması sözlü ya da yazılı şekilde gerçekleştirilebilir. Bu konuda şekil serbestisi söz konusudur. Yazılı yapılması ispat hukuku için önem taşır.

Müdahale aydınlatması bakımından, hekimin hastanın vücut bütünlüğüne müdahale edebilmesi için hastanın rızası bir hukuksal haklılık sebebidir. Dolayısıyla, hekimin hastaya tedavide bulunabilmesi için bu hukuksal haklılık sebebinin varlığını ispat etmesi gerekir. Bu durum ancak hastanın uygun bir şekilde bilgilendirilmesi ile mümkün olur. Doktor tarafından ispat edilmesi gereken hukuksal haklılık sebebinin kapsamına, aydınlatma yükümlülüğünün de girdiği açıktır. Yargıtay içtihatlarıyla ispat yükümlülüğü hekimdedir.

 

SÖZLEŞME İÇİNDEKİ HEKİMİN BORÇLARI

1- SADAKAT BORCU

Öğretide ve Yargıtay kararlarında hekimin “sadakat borcu” olarak adlandırılan bu yükümlülük hekimin, hastanın çıkarlarını kendi çıkarlarından üstün tutması, güven vermesi, dürüst davranması, aldatmaması olarak tanımlanabilir. Her mesleğin kötüleri vardır. Ancak insan sağlığıyla oynayan kötülerin kötüsü olur. Hekim, hastayı tedavi ediyormuş gibi yaparak onu oyalamamalı, salt daha fazla ücret alabilmek için tedaviyi gereksiz yere uzatmamalı ve hastaya yanlış bilgiler vermemelidir.

 2- Sır Saklama Borcu

Tedaviden beklenen amaca ulaşılabilmesi için, hekim ve hasta arasında bulunması zorunlu olan güven ilişkisi neticesinde hastaya ait bilgilerin saklanmasını gerektirmektedir. Hekim hastasına ait sırları, o öldükten sonra bile açıklayamaz. Hastanın menfaati bulunan her husus, hekimin sır saklama yükümlülüğüne girer.  Sır saklama yükümlülüğünün ihlalinin tespiti hastadadır.  Hekim, tedavi sürecinde hastasının bazı sırlarını öğrenirse, bunları saklamakla mükelleftir. Aksi takdirde, hastanın hekime karşı tazminat hakkı doğar. Hekim, hastasının vücudunda suç işlediğine dair ya da bir suça maruz kaldığına dair yara veya iz gibi bir işaret görürse, bu durumu adlî makamlara bildirmelidir.

Psikolog ya da psikiyatr, seanslarda hastasında bir suç işleme amacı olduğunu öğrenebilir. Bu durumu sadece hastanın ailesine gizlice anlatabilir. Ancak, öğrendiği suç işleme amacı değil de işlenmiş ya da işlenmekte olan bir suç olursa, bunu derhal adlî makamlara bildirmelidir.

 

3- Özen Borcu 

Hekim, hastanın tedavisini gerçekleştirirken özenli hareket etmekle yükümlüdür. ( Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi m.2, 14/1)  Hekim ile hasta arasındaki ilişkinin “vekâlet sözleşmesi” olarak nitelenmesine göre, vekilin göstermekle yükümlü olduğu özenin ölçüsü, BK.506 maddesiyle açıklanmaktadır. Buna göre “Vekilin sorumluluğu, genel olarak, işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır.”  Ancak, ondan farklı olarak hekimin özen yükümlülüğü nesnel ölçülerle değerlendirilmelidir. Hekim, gerek teşhisi koyup (hastalığı belirleyip), en uygun tedavi yöntemini seçerken, gerek seçilen tedavi yöntemini uygularken ve gerekse hastayı bilgilendirme (aydınlatma) görevinin yerine getirirken hep özenli hareket etmek zorundadır.

Yüksek özen gereklerinden biri olarak hekim, uzmanlık alanına ilişkin gelişmeleri, yeni tedavi yöntemlerini izlemek, sürekli yeni bilgiler edinmek, bunların denenmiş ve doğruluğu kanıtlanmış olanlarını  uygulamak ve artık yanlışlığı saptanmış eski tedavi yöntemlerinden kaçınmak zorundadır. Yeni tedavi yöntemlerini izlemediğini ve bilmediğini ileri sürerek sorumluluktan kurtulamaz. Özellikle hastalığı tanımada (teşhiste) kullanılan, en son teknoloji ürünü görüntüleme aygıtlarını ve benzeri tıbbi araçları kullanmaktan kaçınmamalı; laboratuvarlardan yararlanmalı, tahlil sonuçlarını ve görüntüleme aygıtlarından gelen filmleri  iyi değerlendirmelidir. 

Gene yüksek özen yükümlülüğü gereği, hastanın bedensel yapısını her yönüyle incelemeli ve tedavinin olası yan etkilerini hesaba katmalı, daha sonra tedaviye başladığında düzenli olarak hastalığın ve tedavinin seyrini sürekli izlemeli, kayıtlarını tutmalı, hastayı sürekli bilgilendirmelidir. Belirlediği hastalığın yanı sıra, hastasının başka rahatsızlıkları, allerjileri varsa onları da bulup çıkarmalı; önereceği ilâçların yan etkilerini dikkate almalıdır. Hekimin tedaviye başlamadan yapacağı bu tür hazırlıkların en büyük yararı, hastalığı iyileştirirken, tedavinin başka hastalıkları tetiklemesini önlemek olacaktır.

            Yüksek özenin en fazla gösterilmesi gereken yer kuşkusuz, ameliyatlardır. En basit ameliyatlarda bile beklenmedik tehlikeler olabileceği unutulmamalıdır. Bu nedenle ameliyatı yapacak hekim, ön hazırlık aşamasından ameliyat sonrasına kadar her anı, her evreyi denetimi altında tutmalı, yardımcı kişilere bırakmamalıdır. Ameliyat odası ve ameliyatta kullanılacak aletlerin yeterince temiz, mikroplardan arındırılmış olup olmadıklarını, elektronik aygıtların amaca uygun  ve çalışır durumda bulunup bulunmadıklarını önceden denetlemelidir. Yardımcı kişileri doğru seçmeli, onların bilgi ve becerilerini önceden araştırmalı, özellikle narkoz ve anestezi uzmanını seçmede aşırı titiz davranmalıdır. Ameliyat sırasında son derece dikkatli olmalı, tüm kişisel sorunlarını dışarda bırakmalı, gerginlikten ve sinirlilikten uzak olmalıdır.

KONU İLE İLGİLİ YARGITAY KARARLARI:

Böbrek ameliyatı olan hastanın karnında 2 metre uzunluğunda gazlı tampon unutulmuş; hasta on yıl boyunca ağrı çektikten sonra, sebebi anlaşılıp ikinci ameliyatla gazlı tampon çıkarılmıştır. (13.HD. 14.03.1983, 7237-1783)

Kafasına çivi batması tanısıyla pansumanı yapılıp, tetanoz aşısı uygulanarak yatış işlemi yapılmadan evine gönderilen sigortalı işçi, sonradan gelişen rahatsızlığı üzerine hastaneye yatırılmışsa da, Adli Tıp Kurumu raporuna göre “künt kafa travmasına bağlı kafa tası kırığından kaynaklanan menenjit sonucu ölmüştür. (10.HD.09.11.1999, 6175-8022)

Koltuk altındaki kütlenin alınması amacıyla yapılan ameliyat sırasında sinirlerin de kesilmesi sonucu, hastanın sol kolu felç olmuştur. (13.HD. 15.10.2002, 7925-10687)

 

Hemşirenin hatalı iğne yapması sonucu küçük bir çocuğun kolu omuz hizasından kesilmiştir. (21.HD.11.11.1997, 6482-7327)

            Özen borcunu yerine getirmeyen doktorun ve hastanenin zararın tümünden sorumlu tutulmaları gerekir.

Dava, doktorun yanlış teşhis ve tedavi sonucu ölüme sebebiyet vermesi nedeniyle tazminat talebine ilişkindir. Somut olayda, hükme esas alınan Adli Tıp Genel Kurulunun 29.1.2004 tarihli raporunda, davalı doğum ve kadın hastalıkları uzmanı Dr. A.'nın, davacının annesi olan S.'nin doğum sonrası takibinde özensiz ve dikkatsiz davrandığı, kontrolleri sırasında başlamış olan enfeksiyona yönelik bir tedaviye başlamadığı, bu nedenle olayda 2/8 oranında kusurlu bulunduğu açıklanmıştır. Raporda her ne kadar davalı hastanenin kusuru bulunmadığı belirtilmiş ise de davalı hastane, çalıştırdığı personelin seçiminde gerekli özeni göstermediğinden doktor ile aynı oranda kusurlu olduğu kabul edilmelidir.Dosya içindeki raporlarda davacının bir kusurundan söz edilmemektedir. Tüm bu açıklamalar ışığında, taraflar arasındaki uyuşmazlık vekalet aktinden kaynaklandığına, davalıların her türlü özen gösterme borcu olup, en hafif kusurundan bile sorumlu bulunduğuna göre, zararın tamamından sorumlu tutulmaları gerekirken, maddi zarar hesabında kusur oranına göre indirim yapılmış olması usul ve yasaya aykırıdır.

13.HD. 08.07.2005,  E. 2005/3645   K. 2005/11796

4- Arşivleme ve kayıt Tutma Borcu

 

Hekim tedavisini üstlendiği hastaya ilişkin bilgileri, düzenli bir şekilde saklamak ve kayda geçirmek zorundadır.  Tedavinin daha özenli şekilde yürütülmesi için hekim dosya tutmalıdır. Aksi halde, doğacak zararda kusursuzluğunu ispat yükü hekime geçer.

Türk Borçlar Kanunu md. 508, vekilin müvekkile hesap verme yükümlülüğünü düzenlemiştir. Bu durumda vekil hekim, müvekkil hasta olduğuna göre, hekim, yapmış olduğu tıbbi etkinlikler hakkında hastaya açıklama yapmak zorundadır. Bunun için de şüphesiz ki hekim, gerekli tıbbi dokümantasyonları hazırlama yükümlülüğü altındadır. Ameliyat protokolü, röntgen filmleri, tedavi süreci ile ilgili bilgiler hasta dosyasında yerini almalıdır. Bu dosyaların düzenlenmesi hukuken herhangi bir şekle tâbi değildir. Bu iş el yazısıyla dahi yapılabilir. İyi ve itinalı düzenlenmiş hasta dosyaları, hekim açısından sağlam bir ispat vasıtasıdır. Bilimsel görüşlere göre, belgeler üzerinde hastanın mutlak bir inceleme ve görme hakkı vardır. Hastanın sağlığı açısından ortaya çıkabilecek özel ve olumsuz durumlar ise bu kuralın dışındadır. Örneğin, tedavide moralin çok önemli olduğu kanserde, hastaya, onu karamsarlığa sürükleyecek belgeler gösterilmemelidir. Bunun dışında hasta, bu belgelerin fotokopilerini alma hakkına sahiptir. Hekim ile hasta arasındaki tedavi sözleşmesi sona erdikten sonra, tedavi sırasında hasta tarafından hekime verilen belgeler, tedavi sonunda hastaya geri verilmek zorundadır. Bunlar hastanın mülkiyetindedir. 

5-Tedavi Yürütülmesi Borcu

Tedavi faaliyeti hastanın iyileştirilmesi amacını taşır. Hekim tedaviyi meslek kurallarına uygun olarak seçmelidir. Aksi halde tanı kusuru ortaya çıkar ve zarardan sorumlu olur. Hekim tedaviyi kendi yöntemlerine göre yürütür, bu konuda hastadan talimat almaz. Zaten vekâlet sözleşmesinde de müvekkilin vekile talimat verme hakkı yoktur. Hasta ile aralarında güven ilişkisi yoksa hekim acil durumlar hariç olmak üzere tedaviyi bitirmeden hastayı bırakabilir. Bu iki durum, “hekimin tedavi özgürlüğü ilkesi”ni oluşturur.

Tıbbî Deontoloji Tüzüğü’nün 19. maddesine göre, hekim şahsî veya meslekî sebeplerle hastayı reddedebilir ya da devam eden tedaviyi bitirmeden hastasını bırakabilir. Ancak, hastasını önceden haberdar edip, ona yeni bir hekim bulabileceği kadar zaman tanımalıdır. Yoksa hastaya karşı sorumlu olur.

MALPRAKTİS

            Sözlükte malpraktis tanımı şöyledir; “Bir meslek mensubunun mesleğini, toplumda mesleğin ortalama basiretli ve saygın bir mensubunun her şart altında uygulaması gereken bilgi ve beceri ile uygulamaması sonucu hizmetten yararlanan kişiye bir zarar vermesi.” (Black’s Law Dictionary).  

Yargıtay kararlarında da, gerçekleştirilen tıbbi müdahale sonucunda, beklenen sonuç ortaya çıkmış olmasa bile, hekim tıp ilminin kabul edilen kurallarına uygun bir müdahale yapmış ise, doktora kusur izafe edilemeyeceğinden, meydana gelen sonuçtan dolayı sorumluluk yoluna gidilemez görüşü hâkimdir.

Taksirli eylemlerle malpraktis, hekimin kendi kişisel yetenekleri ve bireysel bilgisine göre, gerekli özen gösterebilecek durumda iken, bunu göstermemesi demektir. 

Taksirden dolayı sorumluluğun ikinci şartı ise, neticenin sübjektif olarak görülebilir olmasıdır. 

Objektif olarak kusur, hekimin daha önceden hasta hakkında bilgi edinmesi ve tıbbi müdahaleyi kişiye göre gerçekleştirmesidir. Sübjektif kusur incelemesi ise, hekimin kendi yeterliliği ve bireysel bilgi, tecrübesi ve özen yükümlülüğüne uygun hareket edip etmesidir.

Örneğin ölümcül ve acil müdahale edilmesi gereken bir hasta, derhal ameliyata alınmışsa bu noktada hekimin sadece sübjektif olarak sorumluğu söz konusu olur, objektif sorumluluğu değerlendirilemez. 

Hekimin sorumluluğu için, neticeden yola çıkmak yerine, olayın oluşu sırası incelenmelidir. Öğretide uzman hekimin pratisyen hekime göre özen yükümlülüğünün daha fazla olduğu görüşü olsa da kimi yazarlar böyle bir ayrıma gitmemektedir. 

Acil durumlarda, hekimin normal bir müdahalede gösterdiği özeni göstermesi mümkün olamayabilir. Yani normal şartlarda taksirli kabul edilebilecek bir müdahale, acil durumda taksirli kabul edilemeyebilir. Fakat hastanelerin acil servislerinde görev yapan hekimler için bu kıstas yumuşatılamaz. Bu hekimler acil durumlara hazırlıklı olmak zorundadırlar. Buradaki kıstas, öngörülebilenin ne olduğun belirlemek ve buna karşı neler mümkün olabilir hususunun belirlenebilmesidir.

 

TIBBİ STANDART

 

Mevzuatımızda yer alan bu hükümler, hekimlerin tıbbi standartları takip ederek tedavi uygulamak zorunda olduğunu göstermektedir. Eğer hekim tıbbi standartları uygulayarak müdahaleyi gerçekleştirmişse, sonucun ne olduğuna bakılmaksızın, hekimin hukuki sorumluluğundan bahsedemeyiz. 

Tıbbi Standart: Hekimin, hastayı tedavi edebilmesi için gerekli olan ve geçmişten günümüze kadar tıbbi alanlarda denenerek ispatlanmış bulunan, hekim tecrübesi ve doğa biliminin o anki ulaştığı tecrübeye denir. Çok sayıda farklı ve çelişkili görüşün bulunduğu tedavi yöntemlerinde, tıbbi standarttan bahsedemeyiz. 

Hekimin yükümlülüğü, yerleşmiş ve standartlaşmış kuralları uygulamaktır. Hasta, uzman bir hekimin sahip olduğu standart tedavi yöntemlerini talep hakkına sahiptir.

 

TIBBİ STANDARTTAN SAPMA

 

Hekimin tıbbı standarttan ayrılmaması esastır. Tıp biliminin sürekli geliştiği göz önüne alındığında, ancak yeni yöntemlerin denemesi ile tıp bilimde ilerleme sağlanabileceği açıktır. Yeni yöntemler de denenerek yerleşik tedavi yöntemleri haline gelebilir. Bu yüzden her yeni yönetimin sonucuna bakılmaksızın, hekimin taksir ile sorumlu tutulması düşünülemez. 

Yeni yöntemlerin kurallara uygun olarak uygulanması halinde, hekimin sorumluluğu söz konusu  olmayacaktır

Buradaki en önemli husus, kimi zaman bu maddede belirlenen sınırlar aşılarak, alternatif tıp adı altında insanların sağlığını tehlikeye atılmakta, tıbbi standartlardan uzak uygulamalarla hasta yüz yüze kalmaktadır. Sahte hekimler, insan sağlığı ile oynamakta, toplum sağlığını da tehlikeye atmaktadırlar. Bu ayrımı yapmak çok önemlidir. Hekim sadece kural olarak, tanınmış olan standartı tedavi yönetim olarak, hastaya uygulamakla yükümlüdür. 

 

Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi 10. maddesi gereğince, araştırma yapmakta olan tabip, bulduğu teşhis ve tedavi usulünü, yeteri derecede tecrübe ederek faydalı olduğuna veya zararlı neticeler tevdi etmeyeceğine kanaat getirmedikçe, tatbik ve tavsiye edemez. 

 

UYGULAMA HATASI

 

Uygulama hatası denildiğinde, tıp biliminin standartlarına ve tecrübelere göre, gerekli özenin bulunmadığı ve bu nedenle de olaya uygun gözükmeyen her türlü hekim müdahalesi anlaşılmaktadır. Tedavinin öncesi, tedavi sırası ve sonrasında uygulama hatası hekimin sorumluluğunu oluşturur. 

 

TEŞHİS HATASI

 

Örneğin anne  ve bebeğin klinik durumunun yanlış belirlenmesi, yüksek riskli gebeliğin belirlenememesi çok sık rastlanan teşhis hatalarındandır. Bunula ilgili Yüksek Mahkeme kararları oldukça fazladır.

Fakat bir diğer nokta ise, her teşhis hatası ile hekimin sorumluluğuna gitmek mümkün değildir. Semptomların her zaman aynı sonucu vermemesi, hastalığın her zaman aynı sebeplerle ortaya çıkmaması durumu da söz konusu olabilir. 

Bu noktada hekimin sorumluluğuna gidilebilmesi içini, hekimin bulguları, verileri ve test sonuçlarını iyi ve tıbbi olarak değerlendirip değerlendirmediğinin tespitidir.  Bulguların yanlış değerlendirilmesi, ancak temel bir hatanın varlığı halinde ve yanlış teşhisin temel nitelikli kontrol tetiklerinin yapılmamasına, dayandığı halde özen yükümlülüğünün ağır ihmalinden söz edilebilir. 

 

TEDAVİ HATALARI

 

Hekimin hareketinin ihmali ya da icrai olup olmamasını bir önemi yoktur. Hekimin tıbben gerekli olan bir müdahaleyi yapmaması ya da hekimin tıbben gerekli olmayan müdahaleyi yapması da tedavi kusuru kapsamında değerlendirilir. 

 

MÜDAHALENİN YAPILMAMASI

 

En temel tedavi hatası hastaya müdahale gerekirken, müdahalenin yapılmamasıdır. Müdahalenin geç yapılması da bu konu altında değerlendirilebilir. 

Yüksek mahkeme yerleşik içtihatlarında hekimin, hastaneye gelen hastanın durumunun acil olarak belirlenmesi, somut durumda gereken önlemlerin gecikmeksizin derhal ve eksiksiz bir şekilde alınması, uygun tedaviyi de belirleyerek, uygulamak zorunda olduğunu işaret etmiştir. 

 

HASTA VÜCÜDÜNDA YABANCI MADDE UNUTULMASI

 

Hasta vücudunda yabancı madde unutulmasına öğretide, tedaviye eşlik eden hata ismi de verilmektedir. 

Hasta vücudunda  operasyon sırasında, kompres, tampon makas gibi maddeler unutulduğunda, hastaların sağlığında ölüme yaklaşan sonuçlar bırakmaktadır. 

Bu konuda Öğretide 2 görüş vardır. Bir görüş, hekim ne kadar profesyonel olursa olsun, hasta vücudunda unuttuğu malzeme özensizlik olarak kabul edilmemeli,  bu durumun en tecrübeli doktorların bile başına gelebileceği görüşüdür. Fakat kimi doktrin görüşü ise, (Ağırlıkla kabul gören görüş) böyle bir durumun kabul edilemez ve hekimlik mesleği ile bağdaşmadığını savunmaktadırlar. Yüksek Mahkeme içtihatları da ikinci görüşü kabul etmektedir. 

 

YANLIŞ TEDAVİ YÖNTEMİ SEÇME

 

Seçilen tedavi yöntemi hatalı olabileceği gibi, yöntemin uygulanmasında da hata olabilir. Tedavi doğru kişi tarafından, doğru yerde yapılmalıdır. Hekimin hastası için, en acısız ve tehlikeli yöntemi seçme zorunluluğu vardır. Hekimin ilaç ile tedavisi mümkün olan bir hastalıkta ameliyat yoluna gitmesi ya da sezaryen yoluna gerek yok iken bu yola başvurması da yanlış tedavi yöntemleri arasında değerlendirilir. 

 

YANLIŞ İLAÇ, HASTA KARŞTIRMA, YANLIŞ TARAF CERRAHİSİ

 

İlaç dozunun yanlış ayarlanması, sağ kalça yerine sol kalçadan ameliyat edilmesi, ya da yanlış hastayı ameliyat etmek gibi durumlar bu başlık altında incelenir.

 

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi

Esas No: 2004/12088

Karar No: 2005/1728

Tarih: 07.02.2005

* AMELİYAT VE ANESTEZİ UYGULAMASINDA KUSURLU DAVRANIŞ

* CİSMANİ ZARAR

* MADDİ OLGULARIN HUKUKİ YÖNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ

* VEKİLİN ÖZEN BORCU

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı sebeplerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içerisinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşuldu düşünüldü.

KARAR

Davacılar, müşterek çocukları Tutku´nun rahatsızlığı sebebiyle davalı şirkete bağlı hastanede 20.9.1995 gününde ameliyat edildiğini, ancak ameliyatı gerçekleştiren doktorların hatası sebebiyle anestezik uygulamanın çocuğa göre fazla ve disiplinsiz uygulamaları sonucu çocuğun bitkisel yaşama girdiğini ileri sürerek fazlası saklı kalmak üzere 1.000.000.000 TL. maddi tazminat ve her bir davacı için 10.000.000.000 TL. manevi tazminatın bütün davalılardan faiziyle birlikte tahsilini istemişlerdir.

…doktorun meslek alanı içerisinde olan tüm kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için, mesleki bütün şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz şekilde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlar da, bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da, koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutulmak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınılmak ve en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil (hasta), mesleki bir iş gören doktor olan vekilden, tedavinin tüm aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, BK.nun 394/1 maddesi hükmü uyarınca, vekâleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Ayrıca hakim HUMK.nun 286/1. maddesi hükmüne göre, bilirkişilerin vardığı sonuçla bağlı olmayıp, delilleri kendisi değerlendirip, somut olayın özelliklerini ve dosyadaki sair verileri esas alarak, kusurun mevcut olup olmadığını kendisi takdir edip belirlemelidir…

 

ENFEKSİYON VE HİJYEN KURALLARINA UYULMAMASI

Bu başlık altında incelenen hususlar da tedaviye eşlik eden hatalar kapsamındadır. Hekimin hastada enfeksiyon oluşmasını ve mevcut enfeksiyonları tedavi etme mecburiyeti vardır.

 

TEDAVİ SONRASI YÜKÜMLÜLÜKLERİN İHLALİ

 

            Hasta ile hekim arasındaki ilişkinin sona ermesine rağmen, hekimin tedavi sonrasında da yükümlülükleri devam etmektedir. Eğer tedavi sırasında uygulanan bir yöntemin, ileriye dönük olarak bir yan etkisi mevcut ise, hekimin hastaya ulaşması ya da onu tedavi sonrasında uyarması gerekmektedir. 

 

Hekimin tedavi sonrası ilk yükümlülüğü tavsiye ve uyarılardır. Bu uyarıların yapılmaması, malpraktis kapsamında değerlendirilir. Ameliyat sonrası yetersiz gözlem ya da ileriye dönük olarak hastaya yan etkileri olacak bir tedavi yöntemi uygulanmışsa, doktorun riskleri ve sonuçları hastaya bildirmesi gerekir

 

KAYNAKÇA

-HAKERİ, Hakan, Tıp Hukuku El Kitabı, Seçkin Yayınevi, 6. Bası, Mart 2013.

- EROL, Gültezer Hakeri, Özel Hastanelerin Hukuki Sorumluluğu ve Hasta Hakları, Seçkin Yayınevi, 3. Bası, Ağustos 2013.

-YILMAZ, Battal, Hekimin Hukuki Sorumluluğu, Adalet Yayınevi, 2. Bası, Ankara 2010.

- GÖKCAN, Hasan Tahsin, Tıbbi Müdahaleden Doğan Hukuki ve Cezai Sorumluluk, Seçkin Yayınevi, 1. Bası, Şubat 2013.

- ERKAN, Umut Vehbi, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’na Göre Vekâlet Sözleşmesinde Vekâlet Verenden Ücret Ödeme Borcu Dışındaki Borçları, Ankara Hukuk Dergisi, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/1811/19111.pdf.

-KIRAY, Levent, Hekimin Hukuki Sorumluluğu, http://edirnebarosu.org.tr/incelemeler/saglik-hukuku-kapsaminda-hekimlerin-sorumlulugu/

-ÇELİK, Ahmet, Hekimlerin ve Hastanelerin Sorumluluğu, http://www.tazminathukuku.com/arastirma-yazilari/hekimlerin-ve-hastanelerin-sorumlulugu.htm

-BİLGE, Yaşar, Hekimlerin Yasal Sorumluluğu, http://www.ttb.org.tr/eweb/adli/1.html

-POLAT, Oğuz, Tıbbi Uygulama Hatalarında Hekim Sorumluluğu, http://acibadem.dergisi.org/pdf/pdf_AUD_83.pdf